T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
BURSA / YENİŞEHİR - Ertuğrul Gazi Anadolu Lisesi

Yorumlarımız-Yabancı-Alber Camus

 GRUP ÜYELERİMİZİN YORUMLARI

FATMA SÜEDA MAHTAV-RESİM ÖĞRETMENİ - Öğretmen Resimleri
Fatma Süheda MAHTAV
Resim Öğretmeni 

       Öncelikle akıcı,etkileyici ve başarılı bir anlatım.Meursault´un tüm varoluşa kayıtsızlaşması,hayata, dünyaya yabancılaşması yalın bir dille anlatılmaktadır.Yusuf Atılgan´ın ´´Aylak Adam´´ ve Kaffka´nın ´´Dönüşüm´´üyle benzerlikler farkedilmektedir.Karaktere göre dünya boş,anlamsız ve saçmadır.Bir takım olaylar meydana gelecekse nasıl ve ne zaman olacağının bir önemi yoktur.Mekanikleşmiş bir kişilik görülmektedir.Ayrıntılara dikkat ettiğimizde duyarsızlıktan ziyade belki de bir kabulleniş olduğunu düşündürmektedir.Yargılanırken de Arabı öldürmesi bir kenarda tutulup annesinin cenazesinde ağlamaması,kahve içmesi,ertesi gün sevgilisiyle yüzmeye gitmesi,vs.. gibi konular daha fazla ele alınıp ön plana çıkarılmıştır.Bununla ilintili olarak bende direkt çağrışan şu olmuştur.Yaşadığımız toplum içerisinde duruşu,bakışı,davranışları farklı olduğundan,toplumun genel yapısına aykırı durduğundan dolayı hep beraber yargılamaya alıp,idam ettiğimiz ne çok kişi vardır aslında..Çünkü evren insanların birbirleriyle benzerlikler göstermesini bekler,düzen ister ve ne yazık ki farklılıklar her zaman yargilanır. Şunu da eklemeliyim Albert Camus keyifle okuyabileceğim yazarlar arasına girmeye kesinlikle hak kazandı :))

Deniz AYDIN - İngilizce Öğretmeni

Deniz AYDIN
İngilizce Öğretmeni

         İnce bir kitap Albert Camus-Yabancı... Orjinal kişiliğimiz Meursault, Alt-İlkel Benlik,  Benlik ve Üst Benlik hiyerarşisinde tercihini Alt-İlkel Benlik 'ten yana kullanmış,  sadece basit zevkleri için yaşayan (hedonist), Benlik (Akıl) ve Üst Benlik (Toplumsal yaptırım/beklentiler) konularına fazla takılmayan ve kendisinin de ifade ettiği gibi ´Fiziksel ihtiyaçlarının çoğu zaman duygularını etkilediği, ilginç yaradılışlı´ bir adamdır. 

       Küçük dünyasında mutludur. Meursault´un hayatı çevresindeki detaylar ve ondan aldığı hoşnutluktan ibarettir. Sıradandır,  suskundur ama kötü değildir. Kendince çevresiyle de ilgilidir. Gözlemleri keskindir. Kendini tamamen toplumdan soyutlamaz. İşi,  iyi-kötü arkadaşları, komşuları vardır ve onların sorunlarına kayıtsız da değildir ama gene kendisini de eğlendirecek, sınırlarını koyduğu ölçüde bir ilişkidir bu. İçinden geldiği gibi hareket eder çoğu zaman. Sorgu yargıcının ´Hayatımın anlamı kalmasın ister misiniz?´ sorusuna verdiği cevap ilginçtir. 'Bana göre hava hoş...´ Neden çünkü Meursault´a göre hayatın anlamı insanın kendisinin anladığıdır/anlamlandırdığıdır/ algıladığıdır,  (hepimizin genellikle yaptığı gibi), önemli olan birey ve bireyin hayatı o anda nasıl yaşadığıdır... Ortak anlam sorgulanabilir, belki de yoktur...

       Toplum acımasızdır, toleranssızdır. Ötekini, yani kendine uymayanı yutar. Meursault gibilerinin özgürce yaşamaya hakkı yoktur. Hayatı farklı algıladığı için mahkûm olur. Her şeyi anladığında iş işten geçmiştir. Farklılığı yalnızlıkla sonuçlanır. Cezaevinde annesinin cenazesindeki hastabakıcı kadının söylediklerini hatırlar. 'İnsan yavaş yürürse güneş çarpma tehlikesi var. Hızlı yürürse kan ter içinde kalır,  kilisede de soğuk alır.´Başka çıkar yol yok. Çıkış yok Meursault Dengeyi kuramadın. Benlik ve Üst Benliği fazla kıyıya attın çünkü... Mahkemeden çıkınca havadaki özgürlüğü koklar ama artık özgür değildir. Tamam, cinayet işlemiştir ama cinayet,  mahkûmiyetinin görünen gerekçesidir sadece. Annesinin cenaze törenindeki ve ölümünden sonraki tavırları her yerde başına beladır. İkide bir karşısına çıkar ve ´kötü´ adam yapar onu.

       Bence kitap, kendimizden farklı olduğunu düşünüp bir kenara koyduğumuz insanları, aslında zihnimizde yargılayarak ölüme mahkûm ettiğimizin,  dışlayıp yok saydığımızın ironik bir anlatımıdır. 

Mehmet Murat Güven-Edebiyat Öğretmeni










Mehmet Murat GÜVEN
Edebiyat Öğretmeni 

      Meursault bir bakıma hayatını akışına bırakmış. Hayata, sevdiklerine karşı kayıtsızlığı bazen çileden çıkartsa da aslında seven, sevilen ve hayattan zevk alan birisidir. Sevdiğini söylemeyi anlamsız bulması sevmediğinden değil. Annesinin cenazesini beklerken kahve içmesi, ağlamaması ya da hemen ertesi gün bir kızla çıkması annesini sevmediğini göstermez. Bunu da sık sık belirtir. Camus bunu" Bir şey, adı konduğu anda yitirilmiş değil midir? Biçiminde açıklar. Duruşma sırasında Celeste' onu "mert adam", "lâf olsun diye konuşmaz" biçiminde tanımlar. Meursault kendini "herkes gibi biri" olarak görür. Ama roman boyunca pek de herkes gibi davranmaz en azından toplumun beklentilerini karşılayacak davranışları göstermez. Meursault'un birçok düşüncesinin aksine iki konuda kesin olduğunu görürüz. Biri yüzmeyi sevmesi, diğeri de Tanrı'ya inanmamasıdır.
               Yazar iki kere "Yabancı" dır. Biri Cezayir'de kalan bir Fransız olarak, diğeri de Fransızların arasındaki yabancı olarak... Camus'un ayrıca Varoluşçu yabancılaşmayı da sorguladığını söyleyebiliriz. İnsanı nesne düzeyine indirdiğinizde insanın kendine yabancılaşması kaçınılmazdır. Meursault'u felakete götüren de eser boyunca yaptığı seçimlerdir ki bu da varoluşçu yaklaşımın bir sonucudur.
               Roman boyunca Cezayir'in yakıcı güneşi de size eşlik ediyor. "Hava çok sıcak." Ya da "sıcak", "güneş" motiflerinin romanda sık sık tekrar edilmesiyle yazar kavurucu Cezayir algısı yaratır. Bu algı sıcaktır. Tabii bir de kör edici ışık. Yükselen güneş, alçalan güneş, artan ya da azalan sıcaklık tüm roman boyunca size eşlik ediyor. Arabı vurduğu kısımda sıcak adeta cinayet sebebidir. Arap kayanın serinliği ve dibindeki pınarla Meursault'un arasında bir engel gibidir. "Aklım hep kayanın arkasındaki serin kaynaktaydı. Suyunun şırıltısına kavuşmaya, güneşten, sıcaktan, kadınların ağlaşmalarından kaçıp kurtulmaya, kısacası, gölgeye ve onun iç rahatlığına ermeye can atıyordum.Buraya kadar uzanan kumlarda hep o aynı güneş, o aynı parıltı. İki saat vardı ki, artık gün ilerlemiyordu, sanki iki saattir kaynar bir su deryasına demir atmıştı." Tabii sıcağa eşlik eden sürekli teri de unutmamak lâzım. Tüm bu tasvirler insanla çevresi arasındaki ilişkiyi de kuvvetle vurgular. Albert Camus varoluşun saçmalığı ele aldığı eserlerinde intiharı ve cinayeti ele alır ve her ikisini de saçma bulur. Her ikisinin de hayata anlam yükleme çabası olduğunu savunan yazara göre öleceğini bile bile kötülükle mücadele etmenin, ılımlılığın, adaletin, doğruluğun ve kardeşliğin varoluşu adlandırmak olduğunu söyler. Ona göre insanları bir değer uğruna bile bile ölüme götürmek tutarsızlıktır. Bu bakımdan Hristiyanlığın ve çeşitli ideolojilerin katılığına karşı çıktı.
          Meursault "felaketin kapısını dört kez çaldıktan" sonra yeni bir deneyim yaşar. Savcıya göre o ruhsuzdur. Ruhsuzluğu için başına kakamazsak da onu cezalandırabiliriz. "Hele, bu adamda rastlanan türden bir kalpsizlik, toplumu içine sürükleyecek bir uçurum halini alırsa!" mütaalasıyla Meursault ölüne nahkûm edilir.                    
       Camus insanın her türlü duruma uyum sağlayabileceğini çarpıcı cümlelerle anlatır. Bu belki birçok kişiye aşırı iyimserlik, vurdumduymazlık biçimde gelebilir. Romanın yazıldığı 1942'yi düşündüğünüzde ise son derece gerçekçidir. Bilim ve teknolojideki gelişmelerin insanlığa mutluluk ve refah getireceğine inanan 19.yy Batı dünyası 1914 ve1939'da iki Dünya Savaşı'yla sarsıldı. Maddi, manevi tüm değerleri yıkıldı. Camus'un tabiriyle "Avrupa artık çiçeklerle değil, toplarla felsefe yapıyor. Fransa 1940-1944 arasında Alman işgali altında kaldı. Albert Camus'un da destek verdiği Direniş dört yıl sürdü. Savaş sonrasında Almanlarla işbirliği yapan 55.000 Fransız idam edildi. Bu dönemde yazılan bu eserde yazarın insanın her duruma uyum sağlama yeteneğine kuvvetle vurgu yapması elbette şaşılacak bir durum değil. Ayrıca Alber Camus'un bir gazeteci arkadaşının Almanlar tarafından 1941 yılında idam edilmesinin ardından yazarın Meursault aracılığıyla bir idam hikayesini paylaşması da mutlaka dikkat edilmesi gereken bir ayrıntı.

       Diyebilirim ki kitap her okuyuşta beni etkiledi ve her seferinde sarstı.  Mutlaka okunması gereken kitaplar içinde gördüm bu kitabı her daim. Camus'un şu değerlendirmesiyle bitirmek istiyorum sözlerimi:
       "Bir an gelir ki insan iç dünya ile dış dünya, düşünme ile iş yapma arasında, ikisinden birini seçmek zorunda kalır. Buna adam olmak derler. Bu seçmenin verdiği acılar korkunçtur. Ama, onurlu bir yürek için, ikisinin ortası yoktur. Ya Tanrı var, ya zaman. Ya şu haçı alacaksın, ya şu kılıcı. Ya dünyamızın, bütün kendi gürültülerini aşan bir anlamı var, ya da bu gürültü patırtıdan başka hiçbir gerçek yok. Ya zamanla birlikte yaşar ölürsün, ya daha yüce bir yaşam uğruna zamanın dışına çıkarsın. Biliyorum, insan gevşek davranabilir, hem zamanını yaşar hem de zamansız´a inanır. Buna boyun eğmek denir. Bu sözdense iğrenirim. Bana ya hep ya hiç gerek. îş dünyasını, dış dünyayı seçince, iç dünya benim için bilinmeyen bir ülke oluyor sanmayın. Ama, o bana her şeyi veremez, sonsuzdan yoksun kalınca da, zaman ile birlik olmak isterim. Hesaplarımda ne özleme, ne vahlanma isterim. İstediğim, her şeyi apaçık görmektir yalnız."

 NAZAN GÖNÜLTAŞ-EDEBİYAT ÖĞRETMENİ - ÖĞRETMEN RESİMLERİ
Nazan GÖNÜLTAŞ
Edebiyat Öğretmeni 
      Sevgili Arkadaşlar, kitap okuma yolculuğumuzda ikinci durağımız Albert Camus'un "YABANCI "adlı eseri oldu. Murat Bey´e ve Gülperi Hanım´a keyifli sunumları için teşekkür ederiz. Kitabı değerlendirmek üzere okulumuz kütüphanesinde toplandığımızda kendi söyleyeceklerimden çok arkadaşlarımın yorumlarını merak etmekteydim. Yani onların söyleyeceklerine yabancı; kendi söyleyeceklerime aşina... Onlardan dinlediklerinle kendimin okuduğunu birleştirdim harmanladım.      Değerlendirmeme bir soru ile başlamayı seçtim: --"Arkadaşlar, toplum içinde yabancılaşmamak için ne yapmalıyız? Deniz Hanım'ın bu sorusu "Yabancı "adlı romanın bence en can alıcı noktasıydı. Evet işte bizi yabancı olmaktan uzaklaştıran bu değil miydi bulunduğun yere yabancı olmak, onlar gibi olmamak kaygısı...Roman kahramanımız mı yabancıydı topluma, yoksa toplum mu ona yabancıydı veya hepsinden önemlisi İrfan arkadaşımızın söylediği gibi "yabancı kimdi?" Bu soruların cevaplarını kitabı okurken sorguluyorsunuz ki bir taraftan da kendi içinizdeki yabancılığı fark ediyorsunuz. Çoğunlukla içinde olduğumuz bu duygunun aslında ne kadar da dışında kaldığımızı.... Okurken yabancılık çekmedim o kahramana ben. Çünkü benim de yasadığım yabancılıklarım vardı:. Yanlarında olduklarıma, olmadıklarıma, kendime karsı... Bu bir duygu halıydı ama kahramanımızın yargılandığı gibi yargılanmadım onun şanssızlığı yabancılığını sakınmamasıydı belki de... Çevremiz ise yabancılığını saklamaya çalışan insanlarla dolu. Cesareti ile bana yabancı kavramını sorgulattı kahramanımız... Onun kadar olabilir miydim? Hayır... Zaten onu yabancı kılan da buydu. Güzel ve eğlenceli değerlendirmelerden sonra kütüphaneden çıkarken -ki kitabı okurken de çoğunlukla-şunu duşundum: Hangisi daha doğrudur? Kahramanımızın yaptığı mı yoksa sırf yabancı olmamak için -ki toplum tarafından idam edilmek kaygısı(bu Fatma arkadaşımızın çok yerinde bir tespiti:)taşımamak adına bizim yaptıklarımız mı? Yabancı olduğumuz yaşamlara tanıdık olmak ümidiyle...En çok ta kendimize....      
 Murat KULOĞLU-Matematik Öğretmeni
Murat KULOĞLU
Matematik Öğretmeni

     

 

        İnsanın kendi yaşamına seyirci kalması mı ? Taraftar olması mı?
       Bu kitap kendi yaşamına seyirci kalan ve gerçek itirazını hücresindeki papaza yapa(bile)n sorumsuz birinin hayat hikâyesi. Onu İdama götüren basiretsiz bir avukat ya da çok başarılı bir savcılık değl bu ruh hali olmuştur. 

GÜNNUR SÖNMEZER-İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ - ÖĞRETMEN RESİMLERİ










Gülnur SÖNMEZER 
İngilizce Öğretmeni

       Kahramanın annesinin ölümüyle hayatında stabil olan şeyler değişiyor, Marie ile ilişkisi başlıyor, Raymond onun arkadaşı olduğunu ısrar ediyor. Kayıtsız kalma isteğine karşı hayatına giren şeyler onu zihinsel sıkıntıya sokuyor ve pişman olmayacağı şeyler yapmaya itiyor..
       Meursault günlük aktivitelerini yerine getirerek, fiziksel şeylerle mutlu olan biri. Anı yaşayarak varolmayı Hemingway romanlarında da görüyoruz. Kişi hayatı ve ölümü anlamlandırırsa mutlu olur.(mesela din ile olabilir)Meursault maalesef bunu yapamadan  öldürüldü. Bir yabancıyı izler gibi kendi duruşmasında izleyici olması hayatı anlamsız bulmasından kaynaklanıyor...                                                                                                                                                                                                           

MAHİNUR GÖNÜLTAŞ-FİZİK ÖĞRETMENİ - ÖĞRETMEN RESİMLERİ













Mahinur GÖNÜLTAŞ
Fizik Öğretmeni 

İnsanı meraklandıran ve etkisi altına alan bir kitap. Meursault içinde yaşadığı topluma yabancıdır.Çevresindeki insanlar gibi olaylar karşısında tepki göstermez ve kendini savunmaz.Böyle davrandığı içinde suçlanır. "Bu davanın benim dışımda görülür gibi bir hali vardı. Her şey, ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu.Kaderim, bana fikir sorulmadan belirleniyordu." "Benim de söyleyeceklerim var" diyecek oluyordum.Fakat iyi düşününce söyleyecek bir şeyim olmadığını anlıyordum" Ölümü dahi kabullenişin, yabancılaşmanın iyi anlatıldığı "Yabancı"kesinlikle okunması gereken yapıtlardan biri...

irfan
İrfan KARAKUŞ
Edebiyat Öğretmeni 

        Dünyanın yaradılışından bu yana insanoğlunun hep "var olmak", "insanın dünyaya gelişini anlamlandırmak", "ölüm" gibi kavramlar üzerinde derin düşüncelere daldıklarını, kadim meseleler üzerinde kafa yorduklarını gördüm bu eseri okurken. Eser bütünüyle ele alındığında Tanrıtanımaz bir kahramanın "hayatı anlamlandırma /bu hayatı yaşıyor olmanın bir anlamı olmalı" gibi sorularının ve ölüme mahkûm bir katilin yaşadığı zihinsel savaşın kıskacında vardığı sonuç "her şeyin saçma olduğudur."  Dünyanın dayattığı sisteme insanların "alışkanlıklar" ile uyum sağladığını ancak kahramanımızın buna direndiğini görüyoruz. Hapisteyken papazla geçen konuşmaları hatırıma getirdiğimde bana göre yazarın/kahramanın tıkandığı nokta bir "ALLAH ve İMAN " ın varlığından yoksun olması onu bu dünyaya YABANCILAŞTIRMIŞ  hayata tutunacak derin bir ilişkiden yoksun bırakmış ve hayatı anlamsız kılmıştır.

 

         Kitap farklı  ele alındığında bile eserde aforizma niteliğinde cümlelere/düşüncelere ulaşılabilir. Sadece bu bile kavranabilinse insana çok şey kazandıracaktır. Giriş cümlesiyle insanı çarpan kitabın  son on iki sayfası kitabın özünü oluşturmaktadır. Kanaatimce Camus'un diğer eserleri okunmadan onun bu kitabı ve genelde yazarın düşünceleri hakkında mütekamil bir sonuca varılamayacaktır.Ancak benim için kapı aralanmıştır...


            

 

      

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 26.01.2014 - Güncelleme: 01.05.2020 23:52 - Görüntülenme: 2192
  Beğen | 0  kişi beğendi