T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
BURSA / YENİŞEHİR - Ertuğrul Gazi Anadolu Lisesi

Zen Ve Motosiklet Bakım Sanatı 2

okuma

Pirsig bu bölümde bir yandan on üç yaşındaki oğluna dağlarla ilgili bilgiler verirken bir yandan da düşüncelerdeki yükseliş-alçalışlardan değişimlerden ve bunların sonuçlarından bahsetmektedir.

Aslında coğrafi yüzeyleri düşüncenin kontrol edilemez değişimlerine benzetmesi(metaforu) romanın tümünde kullandığını söyleyebiliriz. Bu yolculuğa neden motosikletle çıktığını romanın başında şöyle anlatıyordu:"Motosiklette bir kafes yoktur. Her şeyle doğrudan temastasınızdır. Artık, izlemekten öte, sahnedesinizdir; bunu kuvvetle hissedersiniz. Ayağınızın on santim altında vızıldayan asfalt gerçektir, her zaman üzerinde yürüdüğünüz şeydir, oradadır; öyle flulaşır ki gözünüzü üzerinde odaklayamazsınız, ama istediğiniz an ayağınızı aşağı indirip dokunabilirsiniz ve dolaysız bilinciniz hiçbir şeyi, hiçbir yaşantıyı kaçırmaz."

Romanın tamamında coğrafi yüzeyi yazarın etkili anlatımı sayesinde derinlemesine hissedersiniz. Biteviye sürüp giden düz yollarda ufka değecek gibi alçalan buluta doğru sürersiniz motosikleti. Batan güneşi izlersiniz. Yağmurlu bir günde gökyüzünde çakan şimşeklerin altında yüzünüze çarpan yağmur taneleri altında bir kasabaya girersiniz. Ya da derin uçurumların kenarından kıvrıla kıvrıla binlerce metrelik rakıma sahip dağlara tırmanıp kulaklarınızda oluşan dolgunlukla düzlüklere inersiniz. Ve tabii ki yollar. Asfalt yollar, toprak yollar, çakıl yollar, otobanlar. Bataklık kokuları, çam kokuları, evler ve çiftliklerle donanmış tali yollar tercih sebebidir.

Motosiklet bu yollarda ilerledikçe yazarında düşünceleri de yolların kıvrımları, eğimleri, iniş ve çıkışlarında ilerler. Sonunda Bozeman'da bir dağın zirvesinde yolculuğun adeta çıkış kısmı tamamlanmış, yazara göre de düşüncelerin bu noktasında Phaedrus'la karşılaşma(tekrar hastalanma) riski ortaya çıkmıştır. Bu nedenle daha yukarılara çıkmak istemez ve bunun korkusunu şöyle ifade eder:

" Bugünlerde çok kolay zıvanadan çıkıyorum, bunu kabul etmekten utanmıyorum. O(Phaedrus), hiç çıkmazdı. Hiç. Aramızdaki fark bu. Bu yüzden ben yaşıyorum, ama o yaşamıyor. Eğer o oradaysa Allah bilir hangi biçimde bir psişik varlık, bir hayalet, bir Doppelgänger((Alm.) Yaşayan bir kişinin eş ruhunu taşıdığı düşünülen ve yalnız o kişiye görünen hayalet) bizi orada bekliyorsa... daha çok bekleyecek. Çok. Bu lanet olası yüksek yerler artık tekin değil. Aşağı inmek istiyorum, aşağıya; çok, çok aşağılara. Okyanusa. En iyisi bu galiba. Orada dalgalar yavaşça sallanır ve sürekli bir gümbürtü vardır, ama hiçbir yere düşemezsiniz. Zaten ordasınızdır."

Bu Chautauqua'nın başlığı "Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı" dır; "Zen ve Dağa Tırmanma Sanatı" değildir; dağların tepelerinde de motosiklet yoktur ve çok az Zen vardır. Zen, dağ tepelerinin değil, "vadinin ruhu"dur. Dağların tepelerinde bulabileceğiniz tek Zen oraya götüreceğiniz Zen'dir. Gidelim burdan."

"Dağın tepesine çıkıyorsunuz ve tüm aldığınız, size verilen, üzerinde bir sürü kurallar yazılı olan koskoca, ağır bir taş tablet.O'na(Hz. Musa) olan aşağı yukarı buydu.

O, kahrolası bir Mesih'ti.

Ben değilim, oğlum! Saatler böyle çok uzun, ama zahmetin karşılığı çok kısa. Gidelim. Gidelim..."

Yukarıdaki cümlelerdeki kısa ancak derin anlatım yazarın başarısını gösterir. Model olması gereken bir babanın çaresiz çığlığı iniltisi gibidir. "Ben değilim, oğlum!...Gidelim...Gidelim..."

Yazar "İnanın ki, dünya düşünce ve maddeden oluşan bir ikili olarak değil de nitelik, düşünce ve maddeden oluşan bir üçlü olarak görülürse motosiklet bakım sanatı ve öteki sanatlar daha önce hiç sahip olmadıkları bir anlam boyutu kazanırlar." Cümleleriyle şu ana kadar Phaedrus'un fikirleri olarak anlattıklarını sahiplenir. Bir farkla. Pirsig'e göre "onun şanssızlığından, kristalleşme dalgası durmadı; Phaedrus'un asla kurtulamadığı üçüncü bir mistik kristalleşme dalgasına dönüştü."

Yazar Phaedrus'un fikirlerin bundan sonra özet olarak verip nitelik, madde ve düşünceden oluşan dünyanın avantajlarından bahsetmeye karar verir.

Pirsig'e göre Phaedrus kristalleşmeyi durduramamış ve mistizme kaymıştı. Bunu şöyle açıklar:"onun tüm yaptığı, bir mistik varlıkla ilgili düşüncesini bir başka mistik düşünceyle karşılaştırmaktan ibaretti. Kesinlikle, onların aynı şey olduğunu düşünmüştü; ama Niteliğin ne olduğunu tam anlamıyla anlayamamış olabilir. Ya da, daha büyük olasılıkla, Tao'yu anlayamamış olabilir. O, bilge falan değildi kuşkusuz. Ve o kitapta, bilgeler için birçok öğüt vardı ki Phaedrus bunlara dikkat etse iyi olurdu. Üstelik, onun tüm bu metafizik dağ tırmanmaları ne Niteliğin ne olduğunu ne de Tao'nun ne olduğunu anlamamız açısından kesinlikle bir katkı sağlamadı bence. Hem de hiç."

Ancak Pirsig hemen ardından bu tespitinin Phaedrus'u reddetmek olmadığını söyler. Ona göre  "Phaedrus'un yaptıkları akla yaradı. Aklın, daha önce sindiremeyeceği ve bu nedenle akıl dışı olarak görülen öğeleri de kapsayabilecek şekilde genişletebilmesi için bir yol gösterdi. Bence yirminci yüzyılın bugünkü kötü niteliğini, bu kaos içinde, darmadağınık ruhunu yaratan şey, sindirilmeyi bekleyen sayısız akıldışı öğenin varlığıdır.Şimdi, olabildiğince düzenli bir tarzda, bu konuya değinmek istiyorum." Diyerek bu noktadan sonra kontrolü ele alır. (s.230)

Pirsig üç alandan bahseder. Din-Sanat-Bilim. O'na göre "Niteliğin çok farklı türlerde değil de yalnızca tek bir tür olduğu kanıtlanırsa, bu üç ayrı alanın birbirine dönüşebilmesi için bir temel bulunmuş olacaktır."

Pirsig'in romanın başından itibaren her seferinde biraz daha ilerisi anlattığı bir rüyasından bahsetmek istiyorum. Pirsig rüyasında kendisini uzanmış ve cam bir kapının ardındaki Chris'e bakarken görür. Rüyalar geliştikçe ortaya karanlık bir gölge çıkar ve yazarla Chris arasındaki cam kapının açılmasına izin vermez. Hâlbuki onların kendisiyle konuşmaya ihtiyaçları vardır. Bu sahne şöyle biter:

"Karaltıya yalvarıp onlarla konuşmam gerektiğini bildiriyorum. Henüz bitmedi. Onlara söylemem gereken şeyler var. Ama karaltı, duyduğunu gösteren bir hareket bile yapmıyor.

"CHRİS!" diye bağırıyorum kapıya karşı. "SENİ BULACAĞIM!!" Karaltı tehdit edercesine bana doğru geliyor, ama Chris'in sesini duyuyorum, boğuk ve uzak, "Nerede?" Beni işitmiş! Ve karaltı, kapı üzerine bir perde çekiyor, kızgın bir şekilde. Dağda değil, diye düşünüyorum. Dağ yok artık. "OKYANUSUN DİBİNDE!!" diye bağırıyorum.

Ve şimdi, bir kentin terk edilmiş yıkıntıları arasında yapayalnız ayaktayım. Tüm çevremdeki yıkıntılar her yönde sonsuza dek uzanıyor ve burada tek başıma yürümem gerek.

Bilindiği gibi gerçeküstücüler gerçeğin ancak bilinçdışı bir düzeye gelindiğinde anlatılabileceğini savunurlar. Bu nedenle bilinçakışı, otomatik yazma, rüyalar gerçeküstücülerine kullandığı yazma yöntemlerindendir. Robert M. Pirsig tekrar tekrar gördüğü rüya aslında onun gerçekliğidir. Romanın başında rüya oldukça kısadır. Yolculuk ilerledikçe yazarın düşünceleri ve yaşadıkları rüyasına eklenmektedir. Yukarıya aldığım bölümde zaten yazarın Chris'le dağın zirvesinden indikten sonra gördüğü rüyadan bir bölümdür. Romanın ilerleyen sayfalarında da gelişmeye devam eder ve romanın sonunda rüya da şaşırtıcı bir sonla biter.

Bir bakıma bu rüyayı da roman içerisinde ayrı bir öykü ya da katman olarak görebilir ve inceleyebilir. Hatta bir araya getirip kısa öykü halinde ayrıca yayımlayabiliriz. Yazarın biyografisinden kısa öyküler yazdığını bildiğimiz için de bu yanlış bir yaklaşım olmaz.

Yazarımız "Bugün uzun bir Chautauqua var. Tüm yolculuk boyunca beklediğim bir şey" diyerek felsefi yolculuğunun son bölümüne geldiğini bize haber verdikten sonra yine romanın başından beri yaptığı bir bilim adamı titizliği ile nitelik ile ilgili düşüncelerini somutlaştırmaya ve bir sonuca bağlamaya başlar.

"İnsani değerlerle teknolojik gereksinimler arasındaki çelişkiyi çözmenin yolu, teknolojiden kaçmak değildir. Bu olanaksızdır. Çelişkiyi çözmenin yolu ikici düşüncenin bariyerlerini kırmak, bu engelleri kaldırarak teknolojinin ne olduğunu gerçekten anlamaktır –doğanın sömürülmesi değil, doğa ile insan ruhunu, her ikisini de aşan yeni bir tür yaratıda birleştirmek. Bu aşkınlık, okyanusu aşan ilk uçak ya da aydaki ilk adım gibi olaylarla ortaya çıktığında teknolojinin üstün doğasının farkına halk tarafından da varılır. Ama bu aşkınlık bireysel düzeyde de; kişisel temelde, kişinin kendi yaşamında, daha az dramatik bir şekilde gerçekleşmelidir."

"Teknolojiyle yaşanan çatışmaların böyle kişisel düzeyde aşılması ille de motosikletleri içermeyebilir elbette. Bu, bir mutfak bıçağını bilemek, bir giysi dikmek ya da kırılmış bir sandalyeyi onarmak kadar basit bir düzeyde de olabilir. Altta yatan sorunlar aynıdır. Her durumda, yapmanın bir güzel yolu, bir de çirkin yolu vardır ve yüksek niteliğe ulaşmada, yani güzel yoldan yapmada, hem neyin "iyi göründüğünü" görme yeteneği hem de o "iyi"ye ulaşmanın temeldeki yöntemlerini anlama yeteneği gereklidir. Yani klasik ve romantik Nitelik anlayışlar birleştirilmelidir."

"Sonuç, modern teknoloji için gayet tipiktir; görünümlerdeki genel kasvet öyle ağırdır ki kabul edilebilir kılınabilmesi için bir "stil" kaplamasıyla örtülmesi gerekir. Ve bu, romantik Niteliğe duyarlı biri için daha da kötüdür. Bu kez yalnızca çok kasvetli değil kalptır da. İşte bu iki özelliği yan yana koyun, Amerikan teknolojisinin tam isabetli temel tanımı çıksın ortaya: Stilize otomobiller, stilize deniz motorları, stilize daktilolar ve stilize giysiler. Stilize evlerin stilize mutfaklarındaki stilize buzdolapları içinde stilize yiyecekler. Noel'de ve doğum günlerinde stilize bir şekilde, stilize ana-babalarıyla birlikte olan stilize çocuklar için stilize plastik oyuncaklar. Bu ondan ara sıra iğrenmemeniz için kendiniz de korkunç stilize olmalısınız. Sizi tavlayan stildir; teknolojik çirkinliğin üzeri romantik kalplıktan oluşmuş şekerli bir sosla örtülür; bunu yapanlar güzelliği ve yararı üretme çabasında, stilize kişiler olmalarına karşın nereden başlayacaklarını bilmezler, çünkü kimse onlara bu dünyada Nitelik diye bir şeyin olduğunu ve bunun gerçek olduğunu ve stilden ibaret olmadığını söylememiştir. Nitelik, öznelerin ve nesnelerin üzerine, Noel ağacına yılbaşı süsü koyar gibi koyabileceğiniz bir şey değildir. Gerçek Nitelik öznenin ve nesnenin kaynağı, yani ağacı oluşturan kozalak olmalıdır."

"Geçmişte, ortak akıl evrenimiz tarih öncesi insanın romantik, akıldışı dünyasından kaçma, onu reddetme yöntemini benimsemişti. Sokrates zamanından beri, doğanın henüz bilinmeyen yasalarını anlamak amacıyla aklı özgürleştirmek için; tutkuların, duyguların reddedilmesi gerekli olmuştu. Şimdi doğa yasaları anlayışını, önceleri kaçılan o tutkuları içinde sindirecek şekilde geliştirmenin zamanıdır artık. Tutkular, heyecanlar, yani insan bilincinin duygusal bölümü de doğa yasalarının bir parçasıdır. Merkezi parçası."

"Şu anda bilimlerin, gözü dönmüş, akıldışı bir şekilde genişlemiş veri toplama işlemiyle dolduruşa getirilmiş durumdayız; çünkü bilimsel yaratıcılığı anlamamızı sağlayacak herhangi bir akılcı çerçeve yoktur. Aynı zamanda şu anda sanatta da bir sürü stillerle dolduruşa getirilmiş duyumdayız, çünkü saklı biçimleri özümseme ve o yöne doğru yayılma çok yetersiz. Hiçbir bilimsel bilgisi olmayan sanatçılarımız ve hiçbir sanatsal bilgisi olmayan bilim adamlarımız var ve bunların ikisi de tinsel duyudan önemli ölçüde yoksun ve sonuç yalnızca kötü değil iğrenç de. Sanatla teknolojiyi yeniden birleştirmenin zamanı çoktan gelmiş de geçmiş bile.

"Herkesin ya Platoncu ya da Aristocu olduğunu söyleyen, sanırım Coleridge idi. Aristo'nun sonsuz ayrıntılı özgüllüklerine dayanamayanlar doğal olarak, Platon'un havada yüzen genellemelerini severler. Platon'un ebedi ve yüce idealizmine dayanamayanlar da Aristo'nun ayakları yere basan olgularını hoşnutlukla karşılarlar. Esasında Platon, tekrar tekrar her kuşakta, ilerdeki, yukarıdaki "bir"e doğru giden Buda arayışçısıdır. Aristo ise "çok"u tercih eden ebedi motosiklet tamircisidir. Bu anlamda ben pekâlâ, Buda'yı çevremdeki olguların niteliğinde bulmayı tercih eden bir Aristocuyum; ama Phaedrus yapı olarak tam bir Platoncu'ydu"

 "Bence, eğer dünyayı düzeltmek ve yaşanacak daha iyi bir yer haline getirmek istiyorsak yapılacak şey, kaçınılmaz olarak ikici olan, öznelerle ve nesnelerle ve bunların birbiriyle ilişkileriyle dolu olan politik ilişkiler üzerinde ya da başkalarının yapacağı şeylerle dolu olan programlar üzerinde konuşmak değildir. Bence bu tür bir yaklaşım sondan başlar ve bu sonu baş sanır. Politik programlar, ancak temeldeki toplumsal değerler sisteminin doğru olması durumunda etkili olabilecek, toplumsal niteliğin sonuç ürünleridir. Toplumsal değerlerin doğru olması için bireysel değerlerin doğru olması gerekir. Dünyayı düzeltmenin yeri ilk olarak kendi yüreğimiz, kafamız ve ellerimiz ve sonra onlardan çıkan iştir. Başkaları insanoğlunun yazgısını düzeltmekten söz edebilir. Ama ben salt motosikletin nasıl onarılacağından söz etmek istiyorum. Söyleyeceklerimin kalıcı değerinin de daha fazla olduğuna inanıyorum." S.258

Böylece Robert M. Pirsig aslında yukarıdaki tespitleriyle romanındaki felsefi değerlendirmeleri bitirir ve bir sonuca da bağlar. Motosiklet aslında bizden başkası değildir.""Üzerinde çalıştığınız gerçek motosiklet, kendiniz denen motosiklettir. "Orada, dışarda" olduğu görünen motosiklet ve "burada, içeride" olduğu görünen kişi ayrı şeyler değildir. Ya birlikte Niteliğe doğru yükselirler ya da birlikte Nitelikten aşağı düşerler."

Bu noktadan sonra anlattıkları motosiklet tamiridir. Metaforu çözümlersek nitelikli iş üretebilmek için neler yapmamız gerektiğinin anlatımıdır. Pirsig bir mühendislik yazarının mantığıyla bize bir kılavuz oluşturmaya çalışır. Bu kılavuzda sırasıyla:

"Kafa huzuru: Niteliğin algılanabilmesi için ön koşuldur. Çevreyle tam özdeşleşmeyi sağlayan bir kendini vermişliği kapsar. Başarı dağları okyanus çukurlarıyla birlikte düşünülmezse görece anlamsız ve elde edilmesi genellikle olanaksızdır."

"İçsel kafa huzuru düşüncenin üç basamağında oluşur. 1.Fiziksel Dinginlik 2. Ruhsal Dinginlik 3. Değer Dinginliği"

"Niteliği gören ve çalışırken hisseden bir kişi, özen gösteren biridir. Özen göstermek yaptığı işle özdeşleşme duygusudur."

"Kafa huzuru doğru değerler üretir, doğru değerler doğru düşünceler üretir. Doğru düşünceler doğru eylemler üretir ve doğru eylemler, merkezindeki huzuru başkalarının da görebileceği maddi yansımalar oluşturacak işler üretirler."

Sonra Girişkenlik'ten bahseder. ""Girişkenlik" (gumption) sözcüğünü severim. Çünkü Nitelikle temasa geçen birinin ne olduğunu anlatır. O kişi girişkenleşir. Grekler buna "enthousiasmos" derlerdi, anlamı, "theos'la dolu", yani Tanrı'yla ya da Nitelikle. Görüyor musunuz nasıl da uyuyor? Girişken kişi kabız kabız oturup olup bitenlere vahlanmaz(Ömer Hayyam'ı buna örnek gösterir.). Kendi bilinç treninin ön tarafındadır, ray üzerinde ne olduğunu gözler ve geldiğinde onu karşılar. Girişkenlik budur."

Bunu daha da ileri götürüp biraz da latife amaçlı "Tümüyle yepyeni bir bilim dalını, "girişkenlikbilim"i kurmak istiyorum: Bu bilim dalında tuzaklar türlerine ayrılacak, sınıflanacak, hiyerarşik yapı içine yerleştirilecek ve aralarındaki ilişkiler belirlenerek gelecek kuşakların eğitimine ve tüm insanlığın yararına sunulacak."

Niteliğe ulaşmamızın önündeki engelleri girişkenlik tuzakları olarak alıp bunları: 1. Aksilikler 2. Takıntılar 3.Ego  4. Endişe 5. Sıkıntı 6. Sabırsızlık gibi madde madde açıklayarak anlatır. Örnekler verir. Şu tespitleri yapar:

"Eğer değerleriniz katı ve değişmezse yeni olgular öğrenemezsiniz"

"Kendinize yüksek bir değer biçiyorsanız yeni olguları tanıma yeteneğiniz zayıflar."

"...Diyeceğim şu ki motor sizin kişiliğinize yanıt vermez, ama yine de kişiliğinize yanıt verir. Yani onun yanıt verdiği kişiliğiniz sizin gerçek kişiliğiniz, gerçekten duyumsayan, akıl yürüten ve davranan kişiliğinizdir; egonuzun yarattığı sahte, şişirilmiş bir kişilik imajı değil. Girişkenliğinizi Nitelikten değil de egonuzdan almışsanız bu sahte imajların havası öyle çabucak söner ki hemen moral bozukluğuna düşmeniz kaçınılmazdır."

"...endişe, egonun bir tür tersidir. Her şeyi yanlış yapacağınızdan o kadar eminsinizdir ki korkudan hiçbir şeyi yapamazsınız. Genellikle, işe başlamanın zor gelmesinin gerçek nedeni "tembellik "ten çok budur.Aşırı motive olmanın sonucu olarak ortaya çıkan bu endişe girişkenlik tuzağı, aşın titizlikten kaynaklanan her türden hataya yol açar."

Tabii sadece tespitlerde bulunmaz sırayla her girişkenlik tuzağından kurtulmanın yollarını anlatır. Örneğin endişeden kaynaklanan olumsuzluklardan kurtulmanın yolunu da anlatmaya çalışır:

"bu kısırdöngüyü kırmanın en iyi yolu, endişelerinizi kâğıt üzerinde gidermektir. Konu hakkında okuyabileceğiniz her kitabı ve makaleyi okuyun. Endişeniz bunu olanaklı kılacaktır ve okudukça sakinleşeceksiniz. Size gereken şeyin onarılmış bir motosiklet değil, kafa huzuru olduğunu anımsamalısınız. Bir onarım işine başladığınızda, yapacağınız her şeyi küçük kâğıt parçalarına yazabilir ve sonra bunları uygun sıraya göre düzenleyebilirsiniz.Endişenizi bir dereceye kadar azaltacak bir yol da dünyada, bir zamanlar bir işin içine etmemiş bir tek tamircinin bulunmadığı gerçeğini göz önüne almaktır."

Sıkıntı içinse : "Sıkıntı, girişkenlik düzeyinizin düşük olduğu ve başka bir şey yapmayıp bu düzeyi yeniden yükseltmeniz gerektiği anlamına gelir. Sıkıldığınız zaman, bırakın! Şov izlemeye gidin. Televizyonu açın. Bugünü herhangi bir gün olarak kabul edin. Makineyle uğraşmak dışında herhangi bir şey yapın.

En büyük girişkenlik tuzağı olarak gördüğü ego stili yaşamı şöyle anlatır:"en büyük girişkenlik tuzağını unutmuşum. Cenaze alayı! Herkesi içine alan, bu gaza getirici, düzücü, süpermodern, bu ülkenin sahibi olduğunu sanan, ego stili yaşam. Öyle uzun zamandır dışında kaldık ki onu tümüyle unutmuşum." Aslında bu cenaze alayı benzetmesi romanın başında girdikleri bir kasaba halkı için Slvia'nın yaptığı bir benzetmedir.

Romanın IV. Bölümü rüyayla başlar bu sefer karanlıktaki gölgenin yüzünü görür. Bu Phaderus'tur yani kendisi. Onu öldüreceğini söylerken  korkan Chris tarafından uyandırılır.

"İkiye bölünmüş bir ruh... ben... ben karanlıktaki o kötü karaltıyım, ben o iğrenç şeyim...Onun geri döneceğini hep biliyordum... Artık buna hazırlanmak gerek... " Pirsig'in burada kendisinden çok Chris için üzüldüğünü görürüz. Yazar tekrar delireceği düşüncesiyle Chris'i otobüsle geri göndermeyi planlar. Bu arada bir yandan da Phaedrus'un hastahaneye yatmadan önce yaşadıkları ve nitelik konusunda verdiği mücadeleyi de anlatmaya devam eder.

Motosiklet sürerken çevresini tasvir edip durumunu değerlendirdiği şu bölüm oldukça etkilidir.

"Yol birkaç dakika sonra bir doruğa ulaşıyor, sonra, indikçe zarifleşen dik bir vadiye doğru inişe geçiyor. Bir vadiyi böyle –zarif sözcüğüyle- niteleyeceğim hiç aklıma gelmezdi, ama tüm bu kıyı ülkesinde, Amerika'nın öteki dağlık bölgelerinden öyle farklı bir şeyler var ki bu sözcüğü akla getiriyor. Şurası, biraz daha güneyimiz tüm iyi şarapların geldiği yer. Dağlar sanki kıvrılmış ve farklı bir şekilde-zarifçe- katlanmış. Yol bükülüyor, yan yatıyor, aşağı iniyor; biz ve motosiklet pürüzsüzce, onu kendi zarafetimizle izleyerek, çalıların mum gibi yapraklarına ve ağaçların sarkmış dallarına nerdeyse değerek onunla birlikte gidiyoruz. Yüksek ülkenin çamları ve kayaları arkamızda kaldı artık; şimdiyse çevremizde hafif tepeler, bağlar, mor, kırmızı çiçekler var; güzel kokulara karışan, vadi tabanı boyunca yayılan uzak sisten gelen odun dumanı kokusu ve ondan daha da ötesinde, görünmeyen -belli belirsiz bir okyanusun kokusu...

...Tüm bunları böylesine sevdiğim halde nasıl deli olabilirim?...

...inanmıyorum!"

Girdikleri bir kasabada yalnızlık (cenaze alayı) imgesini işlemeye ve eleştirilerine devam eder.

"Kasabada yine yalnız insanlar. Bu yalnızlığı çok daha fazla görüyoruz şimdi. Öyle bir paradoks ki en büyük yalnızlığa insanların en kalabalık ve sıkışık olduğu, Doğu'nun ve Batı'nın büyük kıyı kentlerinde rastlıyorsunuz.Asıl Amerika budur işteMedya onları, yakın çevrelerindeki şeylerin önemsiz olduğuna inandırmıştır. İşte bu yüzden yalnızdırlar. Bunu onların yüzlerinde görebilirsiniz. Önce bir saniye, araştırıcı, derin bir bakış ve sonra size bakmaya devam ediyorlarsa siz yalnızca bir tür nesnesiniz. Adam sırasından sayılmazsınız. Onların aradığı siz değilsiniz. Siz TV'de değilsiniz."

Bu noktada kitabı yazmasının ve nitelik konusunu bu denli derinlemesine işlemesinin nedenini bir kez daha açıklar:

"Bu yalnızlıktan ötürü teknoloji suçlanmıştır, çünkü yeni teknolojik aygıtlar -TV, jetler, çevre yolları vesaire- yalnızlık getirir, ama açık söylemek gerekirse gerçek kötülük teknolojik nesnelerde değil, teknolojinin insanları yalnızlık verici nesnellik tavırları içinde soyutlama eğilimindedir. Nesnellik, yani teknolojinin altında yatan şeylere ikici tarzda bakış; kötülüğü yaratan işte budur. Teknolojinin kötülüğü yok etmede nasıl kullanılabileceğini göstermek için bunca büyük çabaya girişmemin nedeni buydu. Motosikleti -Nitelikli bir şekilde- onarmasını bilen bir kişinin arkadaş kıtlığı çekme olasılığı,bilmeyen bir kişiye göre azdır. Ve arkadaşları öyle bir kişiyi nesne olarak da görmezler. Nitelik daima nesnelliği yok eder."

"Benim kişisel düşünceme göre dünyayı düzeltmek için yapılması gereken şey budur: Bireylerin Nitelikli kararlar vermesi; hepsi bu. Tanrım, büyük halk kitlelerine yönelik, bireysel Niteliği içermeyen sosyal planlarla dolu büyük programlara istek duymak istiyorum artık. Bunlar kenarda dursun bir süre. Bunların da yeri var, ama bunlar bireyleri de içeren bir Nitelik temeli üzerine inşa edilmeli. Geçmişte bu bireysel Niteliğe sahiptik, ne olduğunu bilmeden doğal bir kaynak gibi sömürdük ve şimdi neredeyse bitmek üzere. Herkes girişkenlikten tümüyle yoksun kalmak üzere. Ve sanırım bu Amerikan kaynağını -bireyin değerlerini- yeniden inşa etmeye başlamanın zamanıdır. Yıllardır buna benzer şeyler söyleyen politik gericiler var. Ben onlardan biri değilim, ama bunu salt zenginlere daha çok para verilmesi gerektiğinin mazereti olarak kullanmadıkları, bireyin gerçek değerinden söz ettikleri ölçüde haklılar. Bireysel bütünlüğe, kendine güvene ve eski moda girişkenliğe geri dönmek bizim için çok gerekli. Gerçekten gerekli. Dilerim bu Chautaqua'da bazı yönlere işaret edebilmişimdir."

Sonrasında Phaedrus'un düşüncelerinden yola çıkarak Sokrates, Platon, Aristo Sofistler, Grekler üzerinde analizlere girişir. Phaedrus'un Prof. Richard McKeon ile yaptığı felsefi tartışmaları ve hastaneye yatırılış öyküsünü anlatır.

Roman yazarın Chris'le hastalığını konuştuğu ve bence romanın en etkili bölümlerinden biriyle sona erer. Ayrıca gördüğü rüyada sonuçlanır. (Buraları anlatmak istemiyorum)

Sonuç

Öncelikle keşke daha kısa anlatabilseydim diye düşünüyorum. Ama elimde değil. Bir eseri çok beğendim mi kendimi tutamıyorum sanırım.

Kitabın okunmasını şiddetle öneririm. Yazarın anlattıkları öncelikle Batı dünyasının problemleridir. Ancak, 19.yy'dan sonra Batılılaşma kararı almış, bunu tam beceremediği gibi kendinde var olan değerlere de yabancılaşmış bir toplumun üyesi olarak bizi de yakından ilgilendirdiğini söyleyebilirim. 

Kitabı bitirdiğimde içimi bir hüzün kapladı. Bunda kitabın sonu da etkili olmuş olabilir. Ama günler geçtikçe fark ettim ki üzüntümün asıl sebebi kaybettiklerimiz. Hayatımızdan çıkıp gidenler. Bizim yaşadığımız, babalarımızın, dedelerimizin yaşadığı lezzet aldığımız dünyayı kaybetmek.

Çoğu zaman "Nerde o eski bayramlar?" sözüyle hayıflanarak dile getirdiğimiz, aslında kastettiğimizin çok daha derinlerde olduğunu bildiğimiz kayıplar... Nesiller arası çatışmanın ötesinde bir şeyden bahsediyorum. Çünkü bu konu açıldığında ben genelde sıkılırım. Zamanın ve insanların, çevrenin ve eşyaların değiştiğini ve değişmek zorunda olduğunu düşünürüm. İnsanların her saniye kıtalararası haberleştiği günümüzde zorla mektup ya da kartpostal yazdırmaya çalışmak telgraf icat edildiği zaman atlı postayla mesaj göndermekte direnenlerle aynı çizgide olmaktır.

Ancak mesaj yazarken binlerce yıldan birikip gelen ince zevklerimiz kaybetmeli miyiz? Bunu sorgulayabiliriz.

Ev, yol, çeşme, köprü, çarşı(avm) vs. yaparken atalarımızın sahip olduğu ince ruhu, zevki estetiği ne zaman kaybettik.

Resmin, müziğin, sanatın, edebiyatın, sporun yapılamadığı dört duvar ve bir çatıdan ibaret binalara ne zamandan beri okul diyoruz. Okulu, mektebi(Pirsig'in deyimiyle) ne zamandan beri binaya indirgedik.

Öğretmenliği ücretli memurluğa indirgeyip öğretmenin ve öğrencinin gözünde nasıl değersiz hale getirdik.

Hekimlik gibi kutsal ve zor bir mesleği icra edenleri nasıl açgözlü insanlara, eserleri neredeyse beş yüz yıldır ayakta duran Mimar Sinan örneğini görerek yetişen mühendisleri, mimarları nasıl en ufak bir darbede yıkılan binaların yüzsüz sorumlularına çevirdik.

Pirsig bunun sorumlusu olarak Aristo'yu Aristocu eğitim sistemlerini, siyasileri gösterir.

"Yıldan yıla, on yıldan on yıla, ön sıradaki küçük "okuyucular", yüzü güleç, kalemi düzgün taklitçiler Aristocu tam puanlarını almaya çıkarlarken gerçek arete'si olanlar onların arkasında sessizce oturup bu konuyu sevemedikleri için kendilerinde neyin yanlış olduğunu merak eder dururlar.
...
             Aristocu etik, Aristocu tanımlar, Aristocu mantık, Aristocu biçimler, Aristocu tözler, Aristocu retorik, Aristocu kahkaha... ha ha ha.

Ve sofistlerin kemikleri çoktan toza dönüştü ve onlarla birlikte, söyledikleri de toza dönüştü ve bu toz onun göçmesiyle yozlaşan Atina'nın ve Makedonya'nın molozları altında gömülü kaldı. Antik Roma'nın, Bizans'ın, Osmanlı İmparatorluğu'nun ve modern devletlerin çöküp göçmesiyle öyle derine, öyle törensizce ve öyle şeytanca gömüldü ki açığa çıkarmak için gerekli ipuçlarını yüzyıllar sonra ancak bir deli bulabildi ve yaptıkları şeyi görünce dehşete düştü..."

Burada ilginç olan Robert M. Pirsig'in Osmanlı İmparatorluğu'nu Atina, Makedonya, Antik Roma ve Bizans'ın ardılı ve onlarla birlikte arete'si olan (erdemi, niteliği) devletler arasında görmesidir.

Tüm bunların sebebi Aristo mu bilemem... Belki, İbn-i Sina, Farabi ve Yusuf Has Hacip 'in eserlerinde etkilerine rastlıyoruz. İmam Gazali ise karşıdır. Ancak O'nun da etkilendiği söylenir. Bu uzmanları tarafından araştırılması gereken bir konu.

Sadece şunu söylemek istiyorum. Çevrenize bakın. Gördüklerinizi tanımlamanıza gerek yok. Güzelse, nitelikliyse bu algı zaten kendiliğinden oluşur. Nasıl? Güzel mi?
Mehmet Murat GÜVEN
Edebiyat Öğretmeni

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 17.01.2014 - Güncelleme: 01.05.2020 23:54 - Görüntülenme: 2632
  Beğen | 3  kişi beğendi